---HAT'TIN TARİFİ----
Hat sözlükte uzun ve doğru yol; mastar olarak yazı yazmak manalarına gelir. Çoğul olarak ekseriya hutut veya ahtat kullanılır.
Batıda hüsn-i hat (güzel yazı) karşılığında calligraphy kelimesi kullanılmaktadır. Ancak hüsn-i hat İslam yazıları için kullanılan bir tabirdir. Sanatkârına hicri ilk asırlarda kâtib küttâb verrâk daha sonra da hattat denilmiştir. İranlılar hattat karşılığında hoş nüvis veya hüb-nüvis kelimelerini kullanmışlardır.
Osmanlılarda hat sanatı gelişirken hattatlara da hususiyetlerine göre farklı isimler verilmiştir. Bu yeni tabirler yazı çeşidine göre ta'lik - nüvis (ta'lik yazan) celi - nüvis (celi yazan) siyakat - nüvis (siyakat yazan) çep-nuvisan (divani yazanlar) olarak kullanılmıştır.
Meşhur bir tarifte hat şöyle anlatılır: "Hat her ne kadar cismani aletlerle meydana gelirse de aslında ruhi bir hendesedir."
Aynı manadaki diğer bir tarifte de Nazzam: "Hat bedeni duygularla meydana gelirse de o ruhun asaletindendir" der.
Bu tariflere göre hat: "Üstadını taklitle zihne nakşolan şekillerin ruhtaki güzellik duygularıyla birleşerek el kalem kâğıt ve mürekkep gibi maddi aletlerin yardımıyla meydana gelen ruhi bir hendesedir."
Hat bir fikri ifadeye yarayan ölçülü yazıdır. Bir fikrin yalnızca çizgili sembollerle ifadesi değil aynı zamanda okuyana hayranlık uyandıran güzellik vasıtası dini ve toplumsal değerlerin tasviridir. Plotinos "Maddi güzellik ruhi güzelliğin ifadesidir" derken gerek kâinatta gerekse sanat eserlerinde görülen güzelliğin ruh güzelliği olduğunu ifade etmiştir.
Hat sanatı konusunu resim ve aaayinatta olduğu gibi tabiattan değil insan ruhundan alır. Önce zihinde şekillenir sonra el göz ve irade vasıtasıyla meydana gelir.
Abbasiler devrinde gelişen hat Sanatı XV. yüzyılda ünlü Türk hattatı Şeyh Hamdullah (1429-1520) ile yeni bir tavır ve şive kazanmış ve o zamanki İslam dünyasının bütün hattatlarının üstadı olmuştur. Onun üslubu Osmanlı hat Sanatının gelişmesine geniş ölçüde yol açan bir temel oluşturmuştur. XV.yetişen sanatkârlardan biride İstanbul Fatih Camii kitabesiyle Topkapı sarayında Sultan Ahmed çeşmesine bakan dış kapının kitabesini yazan Ali bin Yahya Sofi'dir. Süleymaniye Camii kubbesinde yazıyı yazan Karahisari Osmanlı Sanatına güzel fakat süreli olmayan bir üslup getirmiş daha sonra o sitil devam ettirilmemiştir. XVII. yüzyılda Hafız Osman'la Türk yazı üslubu yeni bir yükseliş devrine girmiştir. Zamanın bütün hattatları ondan ders alıp onun yazı Sanatını benimsemişlerdir Sultan III Ahmet ve Sultan II. Mustafa da onun öğrencileri arasında idi. Taş basmasıyla çoğaltılan Kur'an'larla Hafız Osman'ın şöhreti bugün Hindistan'a ve Cava'ya kadar bütün İslam âlemine yayılmıştır. Bundan sonra Mustafa Rakım ve Mehmet Esat Yesâri XIX. yüzyılda Kadıasker Mustafa İzzet Efendi ve Yesârizâde Mustafa İzzet efendi Sami efendi Necmeddin Okyay Aziz efendi Kemal Batanay İsmail Zühdi Mustafa Rakım Mehmed Şevkiİsmail Hakkı Altunbezer Hamid Aytaç çok tanınmış üstatlardır.
Yazı başlı başına bir Sanat olduğu gibi dekoratif Sanatların zenginleştirilmesinde ve mimaride çok büyük rol oynamıştır. Gerek Selçuklu gerekse Osmanlı mimarisinden yazıyı çıkaracak olursak bunların pek fakir bir manzara göstereceğine şüphe yoktur. Dekoratif Sanatlar içinde aynı şey söylenebilir. Yazı Sanatının yanında tuğraları da gözden geçirmek lazımdır. Her sultanın adına arma şeklinde tuğra denilen bir kompozisyon oluşturulmuş ve fermanlar ile önemli vesikaların başına da tuğra çekilmiştir.
Hat yazılarının kenarları aaahib ve ebrularla aaayin edilerek daha bir güzellik kazandırılmıştır